The Midnight Sky - Gece Yarısı Gökyüzü

 

Distopik Bir Gerçek: The Midnight Sky

The Midnight Sky: Distopik Bir Gerçek

George Clooney tarafından yönetilen ve 2049 yılına uzanan The Midnight Sky – Gece Yarısı Gökyüzü, distopik bir bilim kurgu hikayesidir. Aslında pandemi başladığından beri tam olarak kurgu da demeyebiliriz. İletişim kuramama, eve dönüşü bulamama, sevdiğimiz insanlarla bir arada olamama konularıyla yola çıkılan The Midnight Sky, pandemi şartlarında yaşadığımız dönemden çok da uzak değil. Bir bakıma hayat sanatı taklit ediyor, evrene nasıl davranmamız gerektiğini ve insanlığın evreni iyi gözetmesi gerektiğinin altını çiziyor.  

Dünya meseleleriyle çok ilgilenen bir aktör-yönetmen olan George Clooney bu rol için tam 12 kilo vermiş. Liliy Brooks-Dalton’un romanı Good Morning, Midnight’tan esinlenerek yapılan The Midnight Sky’ın su gibi, sessizce akarak istediği tüm mesajları verdiğini düşünüyorum.

2049 yılının Şubatına, sebebini bilmediğimiz gizemli bir felaketin ardına açılır ilk başta The Midnight Sky. Muhtemelen iklim değişikliği sebebiyle insanlığının büyük kısmının yok olduğu diğerlerinin de ölmekte olduğu dünyada, bir kutupta gözlemevinde yaşayan bilim insanı Augustine, Jüpiter’in uydusu K-23’te yaşanabilecek yeni yerler bulmaya giden kişilerle iletişime geçerek onları dünyaya dönmemeleri konusunda uyarır. Aether adlı uzay gemisinin dünyaya geri dönüşünü engellemeye çalışan küçük kız Iris ve Auguistine iletişim yetersizliğinden dolayı biraz daha kuzeye gitmek için, kar fırtınalarıyla dolu buzulların eridiği zorlu bir yolculuğa çıkar ve engellere bir şekilde karşı çıkarak yolculuklarını tamamlarlar. Iris ve Augustine’in bu sahneleri eve dönüş yolculuğunu bize içten bir şekilde aktarır.

Ölümcül hastalığıyla baş eden Augustine’in, Iris isimli kız çocuğuyla olan baba kız ilişkisi filmin dramatik yapısını yükseltiyor. Burada, Caoilinn Springall’in(Iris) film boyunca olan rolünü takdir etmek istiyorum. Elbette diğer oyunculuklar da mükemmeldi. Felicity Jones’in(Sully) hamileliği hayatın devamlılığını anlatmak için güzel bir dokunuştu.

Böyle filmlerde önemli olan görsellik ve teknolojik efektlerin iyi olduğu The Midnight Sky yarattığı etkiyle filmin kalitesini arttırıyor. Özellikle çekilmesi bir hayli zor olan kutup sahneleri hikâyenin etkileyiciliğini sağlıyor.

Uzay başlığından fırlayan kan damlaları en etkileyici sahneydi benim için. Yolculukta eriyen dengesiz buzullar, hava kirliliği nedeniyle ölen kuşlar bize geleceğin sarsıcı gerçeğini gösteriyor sanki. Ben izlerken böyle hissettim en azından ve bu yüzden mesajların tam iletildiğini düşünüyorum.

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Büyülü Bülten

Malcolm & Marie

Jagten - The Hunt (Onur Savaşı) Film İncelemesi